Gerçek Hayattan Kaçış: Bir Sabah Başka Bir Dünyada Uyanmak
- jem
- 22 Tem
- 6 dakikada okunur
Bazen uyandığımda, bulunduğum yerde olmayı istemiyorum.
Gerçek hayat fazla gri, fazla sessiz, fazla aynı geliyor o sabahlarda.
O anlarda sadece başka bir dünyada açmak istiyorum gözlerimi.
Bildiğim bir film sahnesinde,
bir dizinin arka planında,
bir oyun dünyasının içinde…
ya da bir anime evreninde.
Bazen bir filmde ya da dizide izlediğim bir sahneye bakıp, “Keşke şimdi burada olsaydım,” diyorum.
Her şey basit, sessiz ve benim kontrolümde.
Gerçekten birinin yerine geçmek değil belki de aradığım...
Sadece bir günlüğüne, başka bir evrende, başka bir hikâyenin içine saklanmak.
Sonra geri dönerim zaten.
Ama önce…
Hangi dünyayı seçerdim?
1) Gilmore Girls: Sıcacık Bir Kasabada Bir Gün
Başka bir dünyada uyanmak listemin başında kesinlikle Gilmore Girls var!

Bütün bu kaçış düşüncelerimin arasında, kesinlikle Stars Hollow’da bir sabah uyanmak isterdim. Bu güzel kasabada gözlerimi açmak, sabah uyanıp pencereyi aralamak… Burada herkes birbirini tanıyor, tanımadığın birini görmek neredeyse imkansız. O yüzden kendimi bir yabancı gibi değil, kasabaya yeni katılmış bir misafir gibi hissederdim.
Ama öyle film gibi bir sahne değil… Gerçekçi olalım, o yüzden belki Independence Inn'de kalırdım. Bir günlüğüne bir turist gibi. Ama tabii, otelin parasını ödemem gerektiğini fark ettiğimde, işler değişirdi; her şey bir anda daha gerçekçi hale gelirdi!

İlk işim, Luke’s Diner’a gidip bir kahve içmek olurdu. Tabii ki güne burada başlardım, çünkü bu artık bir gelenek diyebiliriz! Kahvemi içip, Stars Hollow’u gezmeye başlardım. O kahvenin sıcaklığını ellerimde hissetmek, dışarıya bakarak kasabanın uyanışını izlemek… Sadece o küçük kasabada dolaşmak, her köşe başında başka bir hikâye saklı gibi.
Sonra, Lorelai ve Rory ile tanışmak, biraz sohbet edip, orada vakit geçirmek isterdim. Lorelai’nin enerjik ve neşeli tavırları, Rory’nin ise daha sakin ve düşünceli hali… Kesinlikle bir günlüğüne orada olmak bana çok şey katardı. Kısa bir süre içinde kasaba halkıyla kaynaşır, Michel'in suratına gülümseyip, ona A1-A2 seviyesinde bildiğim Fransızca ile birkaç cümle söylerdim. Michel’in buna verdiği tepkiyi görmek kesinlikle çok eğlenceli olurdu, sinirden kudurur ama o kadar komik olurdu ki! O anki yüz ifadesini görmek… Kesinlikle unutulmaz olurdu!
Bir de tabii ki Michel'e, “Ben sadece bir günlüğüne buradayım” demek isterdim. Kesin sinirlenirdi. Gözlerinden ateş çıkarmasa da, sinirli bir şekilde yüzüme bakarken, ben de onun Fransızca söyledikleriyle gülerdim. Miss Patty’ye söylesek, herhalde kasaba halkı dedikodularla dolup taşar, herkes bir anda kaybolan birini konuşmaya başlardı! Gerçekten çok eğlenceli olurdu. Kasaba halkıyla konuşurken dikkatli olurdum tabii, çünkü ileriki bir bölümde olacak büyük ve önemli bir şeyi söylesem, kasabada büyük bir kargaşa çıkabilirdi!
Lorelai’nin evi… Orada dolaşmak, mutfağını görmek, bir kahve daha almak. Ama bir misafir gibi, hani ilk defa oraya adım atmışım gibi, onlarda bana evlerini gezdiriyorlarmış gibi. O evde, sadece bir gün, bir sabah geçirmek gerçekten filmdeki gibi hissettirecek bir deneyim olurdu.
Kasaba meydanında yürümek ve renkli dükkanlarda dolaşmak da bambaşka bir keyif olurdu. Her şey o kadar güzel ve farklı ki, o sokaklarda kaybolmak, her köşe başında yeni bir hikâye çıkacakmış gibi hissetmek çok huzur verici. Eğer bir festival varsa, kesinlikle katılırdım. Tüm kasaba orada olurdu, herkesin birbirini tanıdığı yerde bir şekilde o sıcaklığı hissetmek, kasabanın bir parçası olmak… Huzurlu ve sıcak bir ortam yaratırdı. Akşam olunca da, o kasaba caddelerinde son bir kez yürürdüm.
Tabii, bir de gizemli kaybolma hayalim var. Tam olarak kasabadan ayrılmadan önce, Lorelai ve Rory’ye şöyle demek isterdim: “Belki gizemli bir şekilde ortadan kaybolurum.” O kadar ilginç olurdu ki! Hem onların, hem de kasabanın bütün gizemi bir anda kaybolmuş olurdu. Ama yine de, o sabahı ve kasabanın her anını asla unutmazdım. Stars Hollow'da bir gün geçirmek, o kasabanın huzurunu hissetmek gerçekten harika bir kaçış olurdu.
2) Stardew Valley: Bir Çiftlikte Macera Dolu Bir Gün

Eğer bir sabah Stardew Valley’de uyanacak olsaydım, kesinlikle kendi küçük çiftlik evimde gözlerimi açmak isterdim. Büyük ihtimalle bir kedim olurdu, önce onu severdim. Sabahın sessizliğinde birkaç çiftlik işi yapardım — tarlayı sulamak, belki birkaç ürün toplamak… O evrende bu işler o kadar rahatlatıcı geliyor ki! Ama bir günlüğüne oradayım sonuçta, çok fazla zaman kaybetmemem gerek. Keşfe çıkmalıyım! İlk işim: madene gitmek! Oyunda alışık olduğum için ölmem zaten (umarım)
Tabii bir günlük maceramı madenin derinliklerinde riske atmam, ama birkaç iskelet dövmek fena olmazdı.
Sonrasında Gus’ın barına uğramalıyım. Belki önce biraz Patisko Çölü’ne giderim… Orada bir gezintiden sonra Zencefil Adası’na bir bakarım… Fakat zamanım sınırlı olduğu için bar kesin bir durak olurdu. Orada dinlenir, bir şeyler yer içerim.
Kasaba halkından biriyle yakın olma şansım olsa… sanırım Penny ile tanışıp sohbet etmek isterdim. Ama onun güvenini kazanmak uzun zaman alırdı, o yüzden daha kolay sohbet edebileceğim Abigail, Robin, hatta Eliott ile konuşmayı tercih ederdim. Belki bir köşe başında Sebastian’ı yakalarım… Gerçi onunla iki kelime konuşmak bile başarı sayılır.
Bir çiftçi gibi yaşamam zor. Yani evet, sabah tarlayı sulardım ama hemen “Ben turistim!” moduna girip keşif yapmaya başlardım. (Balık tutmaya çalışıp 5 dakika sonra sıkılıp Gus’ın barına gitmek gibi)
Akşam olunca, kesinlikle Stardrop Saloon’da geçirirdim vaktimi. Bilardo oynar, bir şeyler içer, kasaba halkıyla sohbet ederdim. Ama geceyi de bir iskelede ya da güzel bir manzara eşliğinde sessizce bitirmek isterdim. Belki deniz kenarında, belki dağların tepesinde…
Kış mevsiminde orada olmak isterdim. Bence Stardew Valley kışın bambaşka bir güzellikte… Tüm o beyaz örtünün altında her şey çok huzurlu oluyor. Ama Çöl Festivali zamanında gitsem daha eğlenceli olurdu. Veya çiçek dansı zamanı… Bir partner bulup dans eder, tam gecenin sonunda bir anda gizemli şekilde ortadan kaybolurdum.
Gizli bölgelere de gitmek isterdim aslında… Ama bir günde yetişir mi, emin değilim. Ne kadarını görebilirim bilmiyorum. Belki bana kalırsa, bir gün değil birkaç ay kalmam gerekir bu kasabada.
Ama günün sonunda… sanırım yanıma bir Stardrop meyvesi alırdım. Sonsuza kadar o gizemli meyvenin enerjisini yanımda taşımak… çok hoş bir hatıra olurdu.
3) Carole & Tuesday: Mars’ta Bir Gün, Bir Şarkı

Mars’ta uyanmak… Düşüncesi bile heyecan verici! Eğer bir sabah gözlerimi Alba City’de açacak olsaydım, kesinlikle Carole’un o küçük, samimi apartman dairesinde uyanmak isterdim. Pencereden dışarı bakıp Mars’ın şehir manzarasını izlemek… Sıradan gibi duran ama aslında bambaşka bir dünyada olmanın verdiği o garip heyecan… Kahvaltı bile yapmadan hemen o müzik dolu hayata adım atardım.
En çok Carole ve Tuesday ile tanışmak isterdim. Onlarla uzun uzun sohbet etmek, ama belki de en çok… onlarla birlikte bir şarkı söylemek. Evet, bir günlüğüne Carole, Tuesday & Jem olurduk! O kadar özel olurdu ki… Bir günlüğüne o ikilinin arasına katılıp, birlikte bir şey üretmenin, müzik yapmanın keyfini yaşamak. Onların yanında sadece izleyici kalmak istemem sanırım — bir şekilde hikâyelerinin içinde yer almak isterim.
Koca bir günü sadece müzik yapmakla geçirmezdim elbette. Alba City’nin sokaklarını keşfetmek, küçük barlara girip canlı müzik dinlemek, bir kayıt stüdyosunu görmek… Hepsini yapmak isterdim! Mars’ta sadece bir günüm var sonuçta; keşfetmek için bol bol yürümeliyim.

Ve evet… Angela. Onunla da tanışmak isterdim. Sessiz ve mesafeli görünse de, aslında konuşacak çok şeyi olan bir karakter gibi geliyor bana. Dört kişi olsak; Carole, Tuesday, Angela ve ben. Bence süper olurduk
Dördümüzün bir şarkısı olsun isterdim açıkcası. Çok güzel olabilirdi.
Bir müzik festivalinde sahneye çıkmak gibi büyük hayallerim yok belki ama, onların sahneye çıkmadan önce sahne arkasında yanlarında olmak, onlara moral vermek ve “Bunu başaracaksınız” demek… İşte o an benim için çok özel olurdu. Arkadaş olmak, destek olmak, o anın bir parçası olmak yeter.
Sanırım sadece bir günlüğüne orada olduğumu kimseye söylemezdim. Bu anı sadece kendime saklardım. Beni sıradan biri sanmaya devam etsinler… Ben o bir günde, onların dünyasına küçük bir iz bırakmış olurdum.
Günün sonunda… oradan ayrılırken yanımda bir şey götürmek istesem… Belki birlikte kaydettiğimiz şarkının demosu olurdu. Ya da Carole ve Tuesday’in bana yazdığı minicik bir not… “Unutma, gerçek müzik kalpten gelir” diye başlayan, basit ama bana o günü hatırlatacak bir not.
Belki sadece bir gün… Ama Mars’ta müzikle dolu bir gün, benim için bir ömre değer olurdu.
4) Before Sunrise: Viyana’da Bir Gece Boyunca Kaybolmak
Bir sabah Viyana’da uyansaydım… Sanırım fazla beklemeden hemen dışarı çıkardım. Önce bir şeyler yiyip, elimde sıcak kahvemle ara sokaklara dalmak… Hiçbir plana gerek yok. Sessiz, sakin ama bir o kadar da düşündüren bir şehir. Her köşe başı başka bir hikâye anlatıyor gibi.

Belki bir ara Céline ile göz göze gelirdim. Birkaç cümle konuşmak isterdim onunla. Ama sadece o kadar… Gerisini uzaktan izlemek sanırım daha güzel. Çünkü onların hikâyesi zaten anlatılmakta. Onların yanına gidip “Ben de geldim!” dersem o büyü bozulur gibi hissediyorum. Bazen sadece izlemek gerekir. Gerçek hayatta bir filmi seyrediyor gibi olurdu.
Onları uzaktan izledikten sonra, kendi yoluma gitmek daha doğru olurdu. Viyana sokaklarında kaybolmak… Belki bir kitapçıya girer, sonra eski taş sokaklardan yürür, arada kendime küçük bir kafe bulurdum. Kim bilir? Belki bir yabancıyla göz göze gelir, gecenin geri kalanında Céline ve Jesse gibi ben de biriyle konuşmaya başlardım. Birinin yanında, tüm gece boyunca yürüyüp konuşabileceğim biri. Böyle bir evrende uyandıysam, bence bu kesinlikle olmalı.

Gece olduğunda…
Belki Tuna Nehri kıyısında sessiz bir yürüyüş yapardım. Suların yansımasına bakıp, düşündüğüm her şeyi sessizce saklardım.
Çünkü bazı geceler konuşmak yetmez; sadece o anı yaşamak gerekir.
Yanımda ne götürürdüm bilmiyorum. Belki o gün girdiğim kafeden aldığım bir bilet. Belki kaybolduğum bir sokakta denk geldiğim bir kartpostal. O günü bana hatırlatacak ama kimsenin anlamayacağı, küçücük bir şey.
Ve sanırım sadece bir günlüğüne orada olduğumu kimseye söylemezdim. Viyana'nın o gece bana ait olduğunu bilmek yeterdi.
Yorumlar